Mehmet Atlı ile Söyleşi...

Posted in ,

Çarşamba, 06 Aralık 2006 - (09:01)

Diyarbakır'da, Bağlar semtinde, İstasyon civarında doğup büyüdüm. Bu mahalle ve renkli insanları dünyamda yer etmiştir. Çocukken gittiğim mahalle düğünleri-ki bunlar sokakta, avlularda ve damlarda gerçekleşirdi- müzisyenlik serüvenimin başlangıcı sayılır. Saatlerce bu müzisyenleri izler eve döner onları taklit ederdim.

Röportaj: İsmail Adem

Bize biraz kendinizden ve müzik serüveninizden söz eder misiniz?

Abimin eve bağlama getirmesi kaderimi belirledi diyebilirim. Alevi ve göçmen komşularımız, Zaza komşumuz Şerif Abi... Saza meraklı bu insanların arasında bir de baktım ki müzisyen olmuşum. Abilerimin desteği ve eve getirdikleri albümler, Perwer, Haco, Ariç, Arame Tigran, Livaneli gibi müzisyenlerin elden ele bildiri gibi dağılan kasetlerinin genç hayatlarımıza girişi, 12 Eylül'de evimizde Kürtçe kasetlerin yakılması, cızırtılı Erivan Radyosu, Pazar Konseri, naylondan yalancı enstrümanlar... Bu imgeler âlemi adım adım beni müzik yollu bir varoluşa itmiş gibidir.

Üniversite yıllarında Koma Denge Azadi ile profesyonel müzik hayatına başladım ve şimdilerde solo çalışmalarla sürdürmekteyim. Müzisyenlikte yol almak üzere üniversiteye, İstanbul'a gelmiştim. Ama müzik değil başka bir bölüm okudum. Hâlihazırda geçimimi mimar olarak sürdürmekteyim.

Diyarbakır ve İstanbul arasında gidip gelen bir hayatım var. Ailemin büyük çoğunluğu Diyarbakır'da oturuyor. Eşim ve kızımla İstanbul'da yaşıyoruz. Ailem Erganili ve bizim evlerde hem Kurmanci hem de Zazaki konuşulur. Bir cümleye Türkçe başlanıp Zazaca sürdürülüp Kurmanci noktalandığı olur. Zazaca sorulara Kurmanci cevap verildiği ya da Türkçe susulduğu da... Böyle bir ortamda ve on çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu olarak büyüdüm. On dört yıldır Zazaki ve Kurmanci şarkılar yazıyorum.

Yılan hikâyesine dönen bir kaset hikâyeniz var. Özellikle Kürt gençleri arasında hatırı sayılır bir dinleyici kitleniz olmasına rağmen, neden kasetlerinizi yayımlamakta sıkıntı çekiyorsunuz?

Bir önceki albümüm de böyle sancılı bir sürecin sonucunda oluşmuştu. Kişisel kaderim, diyeceğim, ama değil. Sorunu kişiselleştirmeden şunu kaydedeyim: Kürt müziğinin bugün bir numaralı sorunu kaliteli prodüksiyon sorunudur. Bu yalnız beni değil benden daha tecrübeli ve tecrübesiz tüm müzisyenleri etkileyen bir sorun. Albümü çıkabilenleri de çok mutlu sanmayın. Emeğinin karşılığını alamadıktan, profesyonel ilişkilerin yerleştiği bir zeminde mesleğini icra edemedikten sonra albümün çıkması ancak sorunu örter, yok etmez. Ben belki de bu sorunların sözcülüğüne soyunduğum için göze batıyorum. Gerçekte problem, Nizamettin Ariç’ten Ciwan Haco’ya ve yeni yeni bu mesleğe atılan gençlere kadar herkesin problemi.



Elbet müzik piyasasının tüm dünyada korsan yayıncılık ve mp3 gibi bir sorunu var. Ama biz nispeten küçük pastası olan bir piyasa olduğumuzdan, sorun bizi daha çok vuruyor. Yapımcı firmaların sayısı üçü geçemiyor, yönetimleri iyi niyetli olsalar da yeterli vizyona sahip değil, dinleyicimiz genel bir duyarsızlık içinde vs... Ya da ben ticari bir kazanç vaad eden bir müzik yapamıyor da olabilirim. Kendimi buna çok mecbur hissetmediğimden, bekliyorum. Daha önemlisi üzerinde yürüdüğümüz zemini tartışmaya açıyorum. Bu zeminin sağlıklı bir yapıya kavuşması, samimiyetle söylüyorum, benim albümümün çıkıp çıkmamasından daha önemli çünkü.

Bu röportajı fırsat olarak kullanıp duyurmak isterim ki Aralık ayı sonunda Diyarbakır’da MKM’nin düzenleyeceği bir konferansta Kürt müziğinin hem geçmişini hem de güncel sorunlarını tartışacağız. Orada bu konular da mutlaka gündeme gelecek hem konunun ilgilileri çözüm perspektifleri geliştirecekler hem de dinleyicimizi ve genel kamuoyunu sorunlarımız hakkında haberdar etme imkânını bulacağız. Konferanstan ve yaratacağı ortamdan müziğimiz adına ümitliyim.

Bize biraz da çıkamayan yeni albümünüzden söz eder misiniz? Bu albümün diğer albümünüzden nasıl bir farkı var?

Çıkış süreci uzadığından albüm kendini sürekli yenilemeye başladı. Ama genel olarak, “zamansız ve dilsiz şarkılar” diye nitelediğim Jahr’dan farklı ve tamamlar nitelikte olarak “mekânda kayboluş” serüveni üzerine gitmek istiyorum. Yine kırık bir aşk hikâyesi eşliğinde. Belki daha güncel bir pop saundunun imkânlarını arayarak... Şehirden küçük karelerle, kendini kaybolmuş hisseden bir aşığın küçük sayıklamaları diyelim. Murat Öztürk, Serdar Keskin gibi müzisyenlerle bazı ön kayıtlar yaptık ama Kürt müzik endüstrisinin büyük sorunları içinde kaybolduk. Bu albümü hiç çıkarmamak gibi bir düşünce bile arada bir beni yokluyor.

Albümlerinizde sıkça bestelenmiş şiirlere rastlıyoruz. Şimdiye kadar hangi şairlerden besteler yaptınız ve Kürt edebiyatıyla ilişkileriniz nasıl? Takip ettiğiniz isimler var mı?

Arjen Ari’nin şiirinde kendime yakın bulduğum sesler var. Onun şiirlerine yaptığım müziklerde bu yakınlıktan kaynaklanan belli bir lezzete ulaştığımı düşünüyorum. Yerel söyleyişler üzerine kurduğu modern dili yalnız önemsemiyorum aynı zamanda hayranlıkla izliyorum. Kemal Burkay’ın iki şiirini bestelemiştim. Onun kırık ve rafine şiiri beni etkilemiştir. Evdila Peşêw’in bir şiirini besteledim ama henüz kaydetmedim. Bu değerli şairlerin şiirlerine müzikle yaklaşım tarzım, olası birçok okuma biçiminden birini de benim gerçekleştirmem şeklinde mütevazı bir konum almadır. Yoksa iyi bir şiirin müziğe ihtiyacı zaten yoktur. Şöyle ifade etmem daha doğru olacak: Müzikte şiirsellik, şiirde sessellik ararım.

Kürt romancıları ve tiyatrocuları benim gözümde anıtsal insanlardır. Biz, görece bir geleneği olan bir alanda ve pop müzik gibi tabiri caizse “hafif” bir dalda uğraş veren insanlar için Kürtçe roman yazanların çabası gerçekten destansı. Yine de kendi alanımın sorularına o kadar gömülü durumdayım ki Kürt edebiyatını hakkıyla izleyebildiğimi söyleyemem. Mehmet Uzun, Ramazan Alan, Hesené Meté ve daha niceleri hepimizin yüz akı. Kürtçenin başına geçirilen lanetli çorabı onların özverisi yırtıyor.

Mehmet Atlı Kürt müziğinde kimleri dinliyor? Son zamanlarda dinleyip de heyecanlandığınız bir albüm oldu mu?

Çok yakından takip edemiyorum doğrusu. Ama Nizamettin Ariç’in “Kurdish Ballads” adlı çalışması beni çok etkiledi. “Hivron” adında yeni bir grubun kayıtlarını dinledim, yeni bir soluk getireceklerine inanıyorum. “Gundiyan” diye underground diyebileceğim bir tarz deneyen bir grubun kayıtları da beni heyecanlandırdı. Umarım albümlerini yayımlatma imkânı bulurlar. Mirady heyecan veren bir çalışma ile Kürt müzik dünyasına girdi, sonra Şoreş’in iyi işler yapma potansiyeli var. Jan Axin ve Burhan Berken’in çabaları çok önemli bence. Elime geçen her Kürtçe çalışmaya biraz pozitif ayrımcılık uygulayarak, olumlu yanlarını görmeye çalışarak dinliyorum. Şu sıralar da Metin-Kemal Kahraman kardeşlerin “Çeveré Hezaru” adını verdikleri zengin çalışmayı dinledim.

Son dönemlerde bazı ödüllü kısa filmlerde, yaptığınız müziklerle adınıza rastlıyoruz. Film müziği sizin için nasıl bir deneyim?

Bu yıl Arin İnan Aslan’ın “Si u Ba” , Müjde Arslan’ın “Son Oyun” ve Zerin Efe’nin “Bastım: Rec” adlı filmlerine müziklerimle katılma şansı buldum. Nazmi Kırık’ın “Kimlik” adlı filmi için yaptığım hazırlıkları ise sağlık sorunlarım nedeniyle kaydedemedim. Bu genç Kürt sinemacıların olağanüstü imkânsızlıklara rağmen ortaya koydukları pırıltılı işlere, benimkisi ancak mütevazı bir katılım olabildi. Zira sınırlı bütçeleri, müzik için uzun ve masraflı kayıt olanakları yaratamıyordu. Bence önemli olan bizim birlikte fotoğraf verebilmemizdir, ortaya çıkan işler hiçbirimizi tatmin etmeyebilir. Bu yüzden üzerine uzun uzadıya konuşmama değer bir film müziği performansı ortaya koyduğumu söyleyemem ama bu genç Kürt Sinemacılarla yolumun kesişmesini önemsiyorum. Eminim yarın daha iyi koşullarda daha iyi işler ortaya koyacağız.

Şunu kaydetmeden de geçemeyeceğim: Kürt müzisyeni çok politik olduğu halde çok zayıf bir entelektüel zemin üzerinde hareket ederken ve çok büyük laflar edip az performans ortaya koyarken, daha az politik ve daha az konuşkan, yetişmekte olan genç Kürt sinemacı kuşağının çok daha sağlam bir entelektüel donanımla yürümeye çalıştığını bizzat gözledim.

Biraz da müzikle ilgili sorunlara geçelim isterseniz. Kürt müziğinde geleneksel formların baskın olduğu bir dönem yaşıyoruz hâlâ. Siz, Kürt müziğinin gelenekle yaşadığı bu ilişkiye dair neler söyleyeceksiniz?

Modern bir sanatçı gelenekle türlü biçimlerde ilişki kurabilir: Yüceltmekten reddetmeye kadar varabilen geniş bir skala içinde. Ben bu konuda genel geçer ya da herkese tavsiye edebileceğim bir formülasyona sahip olmadığım gibi bunu doğru da bulmuyorum. Şüphesiz gelenek, sonsuz bir kaynak. Ona bu sonsuzluğu bahşeden eldeki malzemenin niceliği değil sadece –ki bu nicelik, araştırmacıların çalışmalarıyla kümülatif olarak artmakta, büsbütün vakıf olmayı uzmanlar için bile güçleştirmekte- Aynı zamanda yeni kuşakların geliştireceği yeni okuma biçimleridir geleneği zenginleştiren. Yani geçmişi değiştiremezsiniz ama geçmişe bakışınızı değiştirebilirsiniz. Asıl dinamik bence budur.

Bu genel tespitin ardından şunu söyleyebilirim: Ben gelenekle dolaylı bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Bu dolayım benim kişiselliğimdir. Yani çocukluğumda duyduğum sesler, annemin belli belirsiz mırıltıları, dedemin aniden söylemeyi sevdiği klamlar, kasideler, kulağımda kalmış hatta artık bilinçdışına itilmiş bazı sesler... Kuşkusuz bir geleneğe yaslanmak da tüm bunları reddetmek de meşru; tutarlı bir söylem ve icra ortaya koymak koşulu ile.

Kürt müziğinde ise geleneğe yapılan vurguyu bir özgüven ihtiyacına bağlamak da mümkün, kolaycılığa yormak da. Yıllarca yok sayılmış bir kültür ister istemez kendini ispat kaygısına girebiliyor. Fakat bu durumu da abartmamak gerek. Sürekli bir savunma psikolojisi ile “Güçlü, kadim bir geleneğimiz var” vurgusu bir noktadan sonra sanatçıları bir atalete itmiş gibi görünüyor. Bu iddia yanlış olduğundan değil, bu ispat çabası gereksiz olduğundan geleneğe ilişkin çalışmaları artık müzikologlara bırakmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu tip çalışmalar gerçekten akademik bir titizlik gerektiriyor ve geçmişte benim de bu titizliği gösteremediğim oldu.

Gerek sanatçılar, gerekse de akademisyenler ve araştırmacılar, Kürt müziğinin güçlü bir geleneğe dayandığını ileri sürmektedirler. Kuşkusuz bu böyledir. Ama nedense kimse Kürt müziğinin bugün geldiği noktayı ve müzikal sorunlarını konuşmuyor. Bu durum, aynı zamanda Kürtçe şiir ve roman içinde geçerlidir. Kürt edebiyatı ve sanatında eleştirinin noksanlığından bahsedebilir miyiz?

Eleştiri eksikliği çok açık. Eleştiri elbette her şeyden önce modern bir tavır ve modern dünyaya özgü bir kategori. Pek çok alanda olduğu gibi eleştiri alanında da daha yeni yeni bir kültürün oluşmaya başladığını söyleyebilirim. Bu eksiklik bizim tarihsel gecikmişliğimizle, Ortadoğulu kimliğimizle mutlaka ilgili. Tanpınar'ın sözleriyle söylersem; nasıl bir geleneğimiz olduğundan çok bizim gelenekle nasıl bir ilişki kurduğumuz daha önemli. İlişkiyi önemseyen bir bakış, daha dinamik bir kavrayış ve tartışma alanı açacaktır önümüze. Yoksa, diğer türlü, geçmişi dondurup hayranlıkla izleriz.

Öte yandan bir ulus inşa etme problemi olan her topluluk güçlü bir geçmiş ve gelenek iddiasını canlı tutmak zorunda. Fakat bunu resmi söylem kurucularına bırakmak ve evet, güncel sorunlarımıza bakmak zorundayız.

Müzisyenlik gibi hayatla canlı bağları olan bir alanda yeni üretimleri ve geçmişle kurulan zengin ilişkileri önemsiyorum. Geleneksel mirası hoyratça tüketen kolaycılığı değil.
Tüm bunlar eleştiri disiplininin ele alabileceği geniş tartışma olanakları açıyor önümüze. Kürtler arasında hala bir müzik yayıncılığının olmayışı, müzik eleştirmeninin bulunmayışı, elinde saz şarkı söyleyen insan sayısına oranla müzik üzerine düşünen ve yazan bu kadar az sayıda insanın oluşu, sözlü kültür alanından bir türlü yazının dünyasına geçemeyişimizle de ilgili diye düşünüyorum. Bir de şunu unutmamak gerek: henüz müzisyenleri ya da yazarları besleyecek bir sanat piyasası dahi oluşmamışken eleştirmenlik kurumunun var olabileceği koşullar neredeyse yok. Bu koşulların oluşması sanatın pratik ve teorik bilgi alanlarında uğraşmayı profesyonel meslek olarak seçmeyi ve böyle geçinebilecek bir piyasayı gereksiniyor. Yavaş yavaş bu koşullara yaklaştığımızı seziyorum. Bir de şu var: Geçmiş herkese eşit uzaklıkta ve değeri konusunda herkes mutabık. Bugünü tartışmaya başlamak, taraf olmak demek. Bundan kaçınıyoruz sanki.

Kürtçe müzikte, geleneksel müzikten rock müzik formuna kadar devam eden bir arayış süreci yaşandı. Bugün ise, müzik endüstrisinin dayatmalarından mıdır, yoksa başka sorunlardan mıdır, nedenini tam olarak kestiremiyorum, ama giderek şarkı formuna hapsolmuş, giderek aynılaşmış bir tıkanmanın yaşandığını söyleyebilir miyiz?

Endüstri her yerde bir baskı aracı. Bizdeki sorun, daha çok, endüstrinin henüz bir proto-endüstri hatta pseudo-endüstri oluşu. Daha çok siyasal alanın piyasa üzerindeki baskısı söz konusu. Siyasal alanın çok belirgin, düşünülmüş tercihleri, Kültür Politikaları yok gerçi ama piyasayı belirleyen aktörler daha çok politik motivasyonlarla davranıyorlar diyebilirim. Bizde de değişik formları denemek isteyenler mutlaka vardır. Sorun bunların bir türlü görünürlük kazanmaması. Bize gösterilen hatta parlatılarak sunulan ise sizin bahsettiğiniz türde. Yani aynılaşmış, belirli tercihler sonucunda seçilmiş, elemine olmuş bir avuç müzisyen.
Düşünebiliyor musunuz bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış bir halkın gençleri zengin melezleşmeleri tecrübe etmemiş olsun? Elbet yenilikçi arayışlar var ama bunlar bir türlü açığa çıkamıyor.

Kürt kültür kurumlarında ve Kürt TV’lerinde bazı sanatçılar gereğinden fazla ilgi görürken, bazı sanatçılar ise adeta dışlanmakta gibi. Reyting kaygısı gibi bir durum da olmadığına göre bu durumu nasıl açıklayabiliriz?

Reyting kaygısı var sanki. Ama bu müzisyenleri reyting sağlar duruma getiren şey de bahsettiğiniz ilgi biraz. Yani o sunuluyor ve sunulan o şey zamanla istenir oluyor. Sonra dönüp size "ama o isteniyor" deniyor. Bir yanılsama ve üzülerek söylüyorum, riyakârlık var yani. Ancak şu da var, bu topraklar bu müziği üretiyor, benimsiyor. Beğensek de beğenmesek de. Bu gerçeği de kabullenmemiz lazım. Ne var ki söz konusu tercihleri önümüze sunanların da, bu topraklarda sadece sunulan bu müziklerin üretilmediğini görmesi gerekir. Kimi sanatçılara ambargo uygulandığı şeklinde kötümser bir yaklaşım geliştirmek istemem. Ama biraz hakkaniyetli davranmak herkesin görevi.

Serdar Güven, Esmer Dergisi’nde yayımlanan “Kürt Müzik Konferansı’na Doğru (2)” adlı yazısında, “diasporadaki sanatçıların çoğunlukla arabesk müzik yaptıklarını, bu sanatçılar dolayımıyla TV’ler tarafından arabeskin dolaşıma sokulduğunu, topluma arabesk bir dil dayatıldığını ve bütün bunların politik süreçlerden bağımsız olmadığını” ileri sürmekteydi. Siz bu tespite katılıyor musunuz?

Diaspora dinamiği başlı başına akademik bir ilgiyi hak ediyor. Oralarda yaşamanın psikolojisi ve bunun yol açtığı sonuçları yalnız müzikte değil her alanda izlemek ve üzerinde çalışmak gerek. Genel bir arabesk eğiliminin ben de farkındayım. Yargılamadan anlamaya çalışmak gerek diye düşünüyorum. Gerçi arabesk bizzat bu toprakların bir keşfi, yadırgıyor değilim. Ama güçlü bir politik geleneğin içinden geçmiş insanların bu yöndeki tercihleri, üzerinde düşünmeyi zorunlu kılıyor gerçekten.

Toplum dediğimiz, karmaşık bir yapı. Türlü türlü beğeniler, sayısız deneyim biçimi, kesişen yığınla hikâye... Ben müzikte de her şeyde de çok çeşitlilik yanlısıyım. Elbette kimi insanlar bu tarz müzik yapmak isteyebilir, kimileri de bu müziği talep edebilir. Ancak toplumun beğenisine yön verenlerin, -medyanın, siyasilerin, yapımcıların- tercihleri tartışılabilmeli. Yine hakkaniyet konusuna geleceğim: Toplum dediğimiz heterojen kalabalıkta başka beğeniler de var. Onlara da kendini ifade şansı verilmeli. Fırsat eşitliği ve demokratlıktan söz ediyorum. Serdar Güven'i de epeydir fısıltıyla tartışılan şeyleri açıktan tartışmaya davet ettiği için kutluyorum. Bunları konuşmakta geç bile kaldık.

Politik süreçlerin etkisine gelince... Bence asıl tartışılması gereken politik süreçlerin nasıl olup da sanatı bu kadar etkileyebildiği. Bu durum politik alandan bağımsızlaşmış, özgül düzleminde yürüyen bir sanat dünyasının bizde hala gelişmediğini gösterir. Bu konunun üzerine ısrarla gitmek gerektiği kanısındayım. Sanatın da politikanın da selameti açısından...

Serdar Güven, yine aynı yazısında, Kürt müziğindeki bir ritim sorunundan söz ediyordu. Güven’e göre, politik arenadaki ritim düştükçe bu durum müzikte de kendini gösteriyordu. Politikadaki halet-i ruhiyenin birebir müziğe yansıdığını söyleyen bu görüşlere ne diyeceksiniz?

İlginç bir tespit ve parlak bir analoji. Üzerinde konuşmaya değer. Yine yukarıda söz ettiğim bağlamda.

Görünürde Kürtçeye, Kürtçe müziğe karşı resmi bir engel olmamasına rağmen, dünya çapında, önemli festival ve organizasyonlarda Kürt müziğine rastlayamamamızın nedenleri nelerdir sizce?

İğneyi kendimize batıralım: Dünya çapında dinlenebilir müzikler yapamamamız önemli bir etken mutlaka. Güçlü bir endüstrinin desteğinden yoksun oluşumuz, Sivil Toplumun zayıflığı ve buna bağlı olarak sponsorluk mekanizmasının gelişmemiş olması, sanatın hala bir yatırım aracına dönüşememesi ve yatırımcıların Kürt Kimliği ile ilgilenmeyi güvenli bulmaması gibi faktörler de. Kürtleri çevreleyen devletlerin tüm bu koşulları yaratan politikaları elbette. Bütün bunlar dünya piyasasının bizler için hala bir hayal olmasına yol açıyor. Ve genelin yaşadığı bu sefillik karşısında Aynur Doğan, Kamkaran gibi sanatçı ve grupların görece parlak başarıları bizi sevindirse de büsbütün mutlu etmiyor ve geriye neo-oryantalist projelerin lütfunu beklemek kalıyor.

Şunu da eklemeliyim: Bir piyasanın gücünü tabiri caizse “yırtmış” bir-iki müzisyenin dünya sahnesine çıkmış olması değil o endüstride toplam ne kadar para döndüğü ve ne çeşitlilikte olduğu belirler kanımca.

Ancak Türkiye özeli için şu da söylenebilir: “Sözde vatandaş” söyleminin yarattığı korku çok etkili. Onca yasal düzenlemeye rağmen Türk medyasının ve sivil toplumunun Kürt kimliğine en hafif tabirle mesafeli tutumu hem bu korkunun etkilerini gösteriyor hem de aramızda empati duygularının giderek hırpalandığını. Türkiye’de Afrika’nın en ücra köşesindeki müziklere dahi ilgi duyan ve onlara sahne açan-ki doğrusu da budur- elit bir kesim var ki “Kürt” deyince kaçacak yer arar. Bu durum üyesi olduğumuz MESAM benzeri meslek örgütleri için de geçerli. Denebilir ki sansasyonel ve karikatürleştirilebilir bir gelişme olmadıkça Türkiye kamuoyu, medyası Kürt sanatına ilgisizdir, kapalıdır. Bu durumda İbrahim Tatlıses, Emrah, İzzet Altınmeşe, Burhan Çaçan, Özcan Deniz ya da Alişan dışında bir varoluş biçimi Kürt sanatçısı için ağır sansür koşulları ile eş anlamalıdır. Durum böyle olunca istediğiniz kadar yetenekli olun bu meslek sizi doyurmaz bu ülkede.

Yeri gelmişken, Kürt kimliğinin özellikle TV dizilerinde işleniş biçiminin ciddi bir tartışmayı hak ettiğini belirtmek isterim. Kürtlerin ötekileştirilmesi pratiklerine hazırladığı zemin ve atmosfer açısından. İlginçtir, “Kürt” giderek karmaşık bir imgeye dönüşüyor Türkiyeli bireylerin dünyasında…

Kürt sanatçılarıyla genç dinleyici arasında bir kopukluk var sanki ve bu kopukluğu da Türk sanatçılar dolduruyor bana göre. Sizi dışarıda bırakarak soruyorum: Kürt dinleyici neden müzisyenlerine uzak?

Tespitiniz ilginç gerçekten, daha önce hiç böyle düşünmemiştim. Şüphesiz bu durumun fiziki nedenleri var. Zira Kürt sanatçısı sürgünde bir sanatçı tipolojisi, genellikle. Ama evet, sanki tek neden bu değil gibi. Bir iletişim sorunu var sanki ve bunun üzerine ancak şöyle akıl yürütebilirim: Büyük S ile başlayan Sanat ve Sanatçı anlayışı bizde de yerleşmiş gibi. Bunun cemaat toplumu oluşumuzla ilgisini sezer gibiyim. Sonra, bizde sanatçı, profesyonel bir kişilikten çok politik bir aktivist. Dinleyici- müzisyen ilişkisinden çok, bu ikisi arasında, didaktik bir ilişki gelişmiş gibi. Bana “mamoste” diye seslenildiği oluyor, hak etmediğim; hak etsem bile tercih etmediğim bir şekilde. Bu zımni iktidarı yitirmek istemeyen sanatçılar da olabilir. Sonra, müzisyenle dinleyici arasındaki mekanizmalar bizde sorunlu. Başta prodüksiyon mantığı olmak üzere. Belki, imza günleri ve söyleşilerle bu uzaklık aşılabilir. Kendi adıma ben soğuk profesyonel dile hapsolmayan, yüz yüze ilişkileri önemsiyorum. Sanatçıya bir iktidar atfeden mesafeleri reddediyorum.

Son olarak, aktif bir üyesi olduğunuz Kürt Sanatçılar Girişimi hakkında bize biraz bilgi verir misiniz? Neden böyle bir oluşuma ihtiyaç duydunuz?

Yıllardır Türkiye'de yaşayan Kürt müzisyenler olarak yaşayageldiğimiz sorunlara artık beraber çözümler arama ihtiyacından doğdu. Bu konuda Nilüfer Akbal'ın özverili çabasını anmam gerek. Kürt müzisyenler arasında meslek bilincinin pek geliştiği söylenemez. Bu da meslek merkezli bir anlayışla inşa edilecek örgütlenmelerin bugüne kadar doğmaması sonucunu doğurdu. Ancak giderek artan bir meslek bilincinden ve profesyonellik ihtiyacından bahsedilebilir. Bu bilinç bizi bir araya gelmeye, arkadaşlık dışında bir meslektaşlık kavramı üzerinden, haklarımızın peşine birlikte düşmeye itti. Bu amaçla zaman zaman bir araya geliyor ve mesleki örgütlenmemizin imkânlarını arıyoruz.

Umarım Kürt Müzik Konferansı Kürt Müziği ve sizin için iyi şekilde sonuçlanır. Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Kürt Müzik Konferansı öncesinde bana konuşma fırsatı yarattığınız için ben teşekkür ediyorum. Sitenin yakın zamanda bize nitelikli yazılar/yazarlar kazandıracağına inanıyorum. Bu bağlamda siteyi ayrıca önemsiyorum. Başarılar diliyorum…
www.yeniperspektif.com

This entry was posted at 20:44 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

0 yorum

Yorum Gönder

Copyright 2008 - Mehmet Atlı - Dizayn by Coşkun Hoca